25 Ekim 2023 Çarşamba

HÖST! Siz bundan anlarsınız..

Bu sabah gene bir oyun eleştirisi yazmak için bilgisayarımın başına geçtim. Belki ben eleştiriyi yazmayı bitirip yayımladığım zaman oyun kalkmış olacak. Çok kez öyle durumlarla karşılaştım. Yâni oyunun kaldırılmasından ben sorumlu değilim. Aslına bakarsanız eleştiriyi öncelikle oyunun ekibi merak eder. Seyircilerin içinde okuyan da çok azdır. Seyirci eleştiri okuyarak oyun seçmez. Ödül jürileri festival organizatörleri salon kiralayanlar sponsorlar devlet yardımı verenler de eleştiriye aldırmaz. Oralarda ahbap çavuş ilişkisi geçerlidir diziden tanınmış oyunculara bakılır. Bunları bilirim bilmesine de ben neden eleştiri yazarım? KENDİM İÇİN YAZARIM. Küçük bir umudum gelecektendir. Gelecekte bir gün biri oyunu sahnelemek isterse belki benim bulduklarım onun işine yarar. Bu nedenle yaptığım araştırmaları kaynak olarak eklerim yazıma.

Oyun eleştirisi yazmak bir ‘challenge’dir(meydan okumak) benim için. İsterseniz Don Kişot’un yel değirmenlerine karşı açtığı savaşa da benzetebilirsiniz. Oyun metnini okumakla başlar savaşım. Önceden aldığım notlara bakarak oyunu seyrederim. Seyrederken reji ile metin arasındaki farkları ve rejisörün eklediği yenilikleri ya da çuvallamaları not ederim. Oyunu seyrettikten sonra işim daha da çoktur. Literatür araştırması yaparım. Oyun hakkındaki makaleleri bulup okurum. Kafamda şekillenen yazının kağıda dökülmesi kısa zaman alır ama yazıyı yayımlamadan birkaç gün daha tutarım. Her gün yeniden okurum. Fügen’e okurum. Onun görüşlerini alırım. Yazı içime sindiğinde yayımlarım. Sosyal medyada paylaşırken oyun ekibinden hiç kimseyi etiketlemem. Zira yazı kendim içindir.
Sosyal medyada arkamdan konuşan çok. Çoğunu kulaktan duyuyorum. Birileri benim ‘bir şey olmak’ istediğimi yazıyor ‘içinde kalmış’ diyormuş bazıları. Boş kişiler kendisi gibi görür başkasını. Tiyatro âleminde olmak istediğim ‘bir şey’ yok. İçimde kalan da bir şey yok. Zira bizim tiyatro aleminde değer verdiğim bir maddi ve manevi bir post yok. Hem arkamdan konuşanların bulunduğu bataklığa mı düşeyim durup dururken? Gelen teklifleri kabul edip oyun yönetirim istesem. Yazdığım oyunları ve fikirleri kapı kapı dolaşıp pazarlarım istesem. Jüri üyeliği tekliflerini kabul ederim istesem. Ödül vermeyi düşünenlerin tekliflerini kabul ederim istesem. Eleştiri yazılarım benim oyun metin ile girdiğim bir mücadeledir. Tarihe de not düşerim. Çok keyif alıyorum. Gerisi beni ilgilendirmiyor. Arkamdan konuşanlara da Muhsin Ertuğrul’vari bir HÖST! Anca gidersiniz!

23 Ekim 2023 Pazartesi

İzmir BB Şehir Tiyatrosu'nda Hayalkırıklığı Bir Oyun: Deli Dumrul

 Yaklaşık 10 yıldır yılın büyük bir kısmını İzmir’in  beldesi Çandarlı’da geçiriyoruz. Bu yıl yazı kapatırken İstanbul’a dönmeden önce tiyatro sezonunu Çandarlı’ya bir saat mesafedeki İzmir merkezde açmak istedik. Zamansal programı seyredeceğimiz oyunlara göre yaptık. Listenin en başına da İzmir BB Şehir Tiyatrosu’nun Deli Dumrul’unu yazdık. Temel nedenler şunlar idi: Dede Korkut Destanı’nın Türk Tiyatrosu’nu uluslararası alanda temsil edecek özü içeriyor olduğuna duyduğumuz inanç, Güngör Dilmen’in yazdığı Deli Dumrul’un dili ve iletisi yönünden sağlam bir oyun  ve oyunu Usta sayılan bir yönetmenin yönetmiş olması.



Deli Dumrul’u ilk kez seyretmeyecektim. Daha önceki seyredişlerim için araştırmalar yapmıştım. Bu kez hem onları hatırlamak hem de yeni bilgiler edinmek için araştırmalarımı genişlettim. Yeni makaleler yeni kitaplar okudum. Edindiğim bilgileri derledim. Aşağıdaki satırlarda öncelikle bu oyunu yeniden yapacak olanlar ve  okurlar için paylaştım.

Dede Korkut

 Dede Korkut (Korkut Ata) Oğuz Türklerinin eski destanlarında yüceltip kutsallaştırılmış köy hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilatını koruyan yarı-efsanevi bir bilgedir ve Türkler’in en eski destanı olan Dede Korkut Kitabı’ndaki hikâyelerin anlatıcısı ozandır.

Adı tarihî kaynaklarda ve çeşitli Oğuz rivayetlerinde kimi zaman sadece “Korkut”, kimi zaman “Korkut Ata” olarak geçer; Batı Türkçesinde “Dede Korkut” olarak da anılır. Sirderya havzasında tespit edilmiş halk anlatıları onu bir baksı (Şaman) olarak tanıtırken yazılı kaynaklarda hükümdarlara vezirlik, müşavirlik yapmış bir Müslüman Türk velisi olarak tanıtılmıştır. Oğuzların İslâm’ı kabul edişlerinden önceki dönemlerin bir kâhini (kam, baksı) olduğu, İslâmlaşma sürecinde kültürel değişime paralel olarak bir evliya kimliğine büründüğü düşünülür. 2018'de TürkiyeAzerbaycan ve Kazakistan'ın UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listeleri'ne dahil edilmiştir. (wiki)

Rivayetlere göre Dede Korkut yaşlıdır bilgedir keramet sahibidir geleceği bilir gaipten haber verir mucize sahibidir ozandır kopuz çalar. Oğuz Kaan ile Dede Korkut birlikte anılmaktadır. Dede Korkut halkın sıkıntılarını danıştığı bir hâkim Oğuz’un zorlu düşmanlarını yenmesi için çareler arayıp bu yolda kerametler gösteren bir mübarek ve bilgili bir ozandır. (Banarlı ve Gökyay) Kısaca Dede Korkut Türk dünyasının onur duyduğu itibarlı bir şahıstır. Halk kültüründe saygı ve sevgi duyulan bir figürdür.

Dede Korkut Destanı

Pek çok kaynak Dede Korkut Destanı’nı yere göğe koymaz. Kitap hakkında söylenenlerden yaptığım özet şöyledir:

Türk edebiyatının bütün eserlerini terazinin bir kefesine Dede Korkut’u öbür kefesine koysanız Dede Korkut ağır basar. (Fuat Köprülü)

Türk Kültür dünyasının en önemli en değerli ve başta gelen şahaseri Dede Korkut kitabıdır. (S.Sakaoğlu-Nurullah Şahin)

Destan Oğuz Türklerinin varlığını gösteren hayat normlarını güzelleştirip kendi içinde koruyan ve bugün bize sunan temel hayat pasaportudur. (K.Abdulla)

Metaforlar içinde bulunduğumuz dünyayı anlamamıza yardımcı olan düşünsel ve görsel bir araçtır. (Baydak Özen ve Demir)

Hikayeler her dönemde yorumlanarak zenginleştirilebilecek anlatma tarzı ve hassasiyetine sahip nitelikler taşır. (Aktaş)

Türk edebiyatı geleneği içerisinde önemli yeri olan Dede Korkut Hikâyeleri, kökleri İslâm öncesine dayanan kültür ögelerini içerisinde barındırması, kolektif bilincin taşıyıcısı olması, devlet-iktidar-halk ilişkisini yansıtması gibi özelliklerinin yanında hikâye etme/anlatma sanatı bakımından da önemli metin koleksiyonlarından biridir. (Yasemin Bayraktar)

Dede Korkut Kitabı hiç şüphesiz Oğuzname’dir veya Oğuzname’nin bir bölümüdür. Dede Korkut bu Oğuzname parçalarını tertipleyen düzenleyen ve anlatan kişidir. Dede Korkut Kitabı  veya Dede Korkut Destanı denilince ilk akla gelen Dresden ve Vatikan nüshalarıdır. (Prof.Dr.Necati demir)

İlginç bir bulgu da Admetos ile Deli Dumrul hikayesi arasındaki benzerliktir. Hükümdar Admetos ve Deli Dumrul’da ortak olan hem Yunan hem de Oğuz mitolojisinin en ilgi çekici konu labirentlerinden biri de aile içi ilişkilerin “oğul-anne” ve "karı-koca” hatlarıyla ilgilidir. Admetos’un büyük bir derdi vardır. Ölüm tanrısı Thanatos sevgili karısı Alkestis’i elinden almış ve yeraltı diyarına götürmektedir. Thanatos aslında Admetos’un peşinden gelmiştir. Ama tanrıların özellikle de Apollon’un Admetos’a her zaman yardımı olmuş ve tanrılar eğer Admetos ölmek istemiyorsa canı yerine can bulsun razı olalım demişlerdir. Ancak bu durumda ölümden kurtulabilecektir. Admetos kendi yerine ölmeleri ricasıyla anne ve babasına müracaat eder. (Kemal Abdulla- Gizli Dede Korkut) Bu husus Deli Dumrul’u Batı ile bağlar.

Dede Korkut Destanı Türk dünyasının ortak kültür değerlerindendir. Dede Korkut Türklüğün derin hafızasıdır.

Güngör Dilmen’in Deli Dumrul’u

Güngör Dilmen, Deli Dumrul oyununda model metnin olay örgüsüne ileri düzeyde bağlı kalır. Ana metinde olduğu gibi ikincil metinde de Deli Dumrul kuru bir çayın üzerine köprü kurar. Zor kullanarak geçenden otuz (model metinde otuz üç) geçmeyenden kırk akçe alır. Kurduğu köprünün yakınlarına konan bir topluluğun yiğit birini kaybetmiş olduğunu öğrenmesi üzerine Azrail’e meydan okuması, bunun Tanrı’nın gücüne gitmesi, Azrail’le giriştiği kavgayı kaybetmesi, canının yerine can bulmaya çıkması, annesinin ve babasının oğulları Deli Dumrul’un yerine can vermek istememesi gibi vak’a halkaları ikincil metinde de yer alır. Yazar olay örgüsünün yapısına ileri düzeyde bağlı kalır. Bu bağlı kalma, yazarın yazma yöntemini göstermenin yanında Duha Koca Oğlu Deli Dumrul hikâyesinin modern çağ için de anlam ürettiğini göstermesi bakımından önem taşır. Bununla birlikte ayrıntıda kalan kimi değiştirme ve eklemelere başvurulur.(Bayraktar)

Güngör Dilmen, yenidenyazma yöntemiyle kaleme aldığı Deli Dumrul oyununda model metnin olay örgüsünden fazla uzaklaşmadan bir tiyatro oyunu ortaya koyar. Bu oyunda olay örgüsüne model metinde olmayan kimi vak’a halkaları ve sahneler ekler. Kimi zaman da ana metindeki ögelerde değiştirme, dönüştürme ve eksiltmeye gider. Bu tür uygulamalar, metin kurma stratejisiyle ilgilidir. Güngör Dilmen’in metninde olan Elif’in Canguzoğlu’yla beşik kertmesi olması, Yiğit Pazarı sahnesi, Dede Korkut’un Deli Dumrul’u dövmesi, Dumrul’un Elif’e nar getirerek sevgisini bildirmesi, Elif’in Dumrul’la evlenmeye karar vermesi, Dumrul’un haksızlıklarla savaşmaya karar vermesi, Kırk Yiğit’in Bamsı Beyrek’in uşağıyla tavla oyunu oynadığını söylemesi ana model metinde yoktur.  Ana model metinde yer ve zaman belirsizdir. Oyun başında “Oyun, bin yıl önce ̶ Bugün, Oğuz illerinde ̶ Anadolu’da geçer” epigrafı yer alan Deli Dumrul’da yazar, konusu bin yıl önce geçen olaylar dizisini günümüz için de anlam üretebilecek bir yapıda kurar. Bu bağlam içinde Deli Dumrul oyununda Türk epik destan geleneğinin dışında kelimeler ağının ve üslubun da kullanıldığı görülür. Metinde yurttaş, yatırım, alın teri, vatana hizmet, sermaye vb. şeklinde geçen kelimeler, modern çağın ürettiği ve beslediği kelimeler ve kavramlardır. İdeolojik göndermeleri bulunan vatana hizmet, sermaye, eşitlik, kalkınma, özgürlük, barış gibi çağdaş kelime ve kavramlar, tiyatro metninin içeriğini ve bağlamını ana metinden ayrıştırır.(Bayraktar) Dilmen oyunu zaman içinde kaydırır ve bugün ile bağ kurar. Yâni ilave bir şey yapmayıp metni aynen oynasanız metin yeterlidir.

Dilmen ana model metnin dil ve söylemine yer yer göndermeler yapar ona öykünen bir dil ve söylem kurar. Adaletsizliğin toplumun sosyal bünyesinde yarattığı yıkım üzerine kurulan oyunda yazar ana model metne ileri düzeyde bağlı kalarak olay örgüsü mekan zaman kişiler dünyası metnin anlam dünyasına ve iletisine ileri düzeyde bağlı kalır. Dilmen ana model metne saygıyla yaklaşır.

Modern çağın ve yaşanan hayatın anlamını metnin dünyasına taşıyarak düşünsel/ideolojik zeminde kimi göndermelerde bulunur. Bu göndermeler temelde adalet kavramı etrafında şekillenir. İnsanların zorbalıkla başka insanlara boyun eğdirmesinden, emek sömürüsünden, çalma ve çırpmaya dayanan zenginliklerden felsefi düzlemde Tanrının adaletinin tartışılmasına kadar genişleyen yeni ve sorgulayan bir metin inşa eder. Duha Koca Oğlu Deli Dumrul hikâyesinde yer alan ve evrensel anlam taşıyan ölümden kaçma arzusunu Güngör Dilmen, yenidenyazma yoluyla ezen ezilen, sömüren sömürülen dünya düzeninin değişmesi ve yerine adaletin ve hakkın egemen olduğu bir dünya gelmesi gerektiği ütopik algısıyla genişletir.(Bayraktar) Adalet Deli Dumrul oyununun şah damarıdır. Denilebilir ki Deli Dumrul adalet kavramı üzerine yazılmış bir anıt metindir.

Yücel Erten’in Rejisi

Yücel Erten oyun dergisindeki yazısında ‘Kuru kalabalıktan uzak oyuncunun enerjisine ve toplu oyunculuk anlayışına dayalı şovenizmden kaçan mizahtan beslenen dinamik görseli güçlü bir anlatım anlayışı benimsediğini’ yazmış. ‘Anadolu’da belki binlerce yıldan bu yana süregelen seyirlik oyunlar bu sahneleyişte çıkış noktamız oldu.’ diyor Erten. ‘Köylü ya da göçebe tiyatrosu diyebileceğimiz arkaik örnekleri anımsatan bir yol. 33 yıl önce seçtiği doğrultuya sadık kalarak İzmir seyircisinin karşısına çıktıklarını’ yazmış. Yücel Erten’in rejisinde bir tek hedef var. Komik olmak seyirciyi güldürmek. (Ama seçtiği komiklik mizahi değil.) Bu niyeti ve hedefi neredeyse her sahnede görülüyor. Girişte köprü üzerine dizilmiş oyuncuların oyunculuk stilleri ve mizansen, Dede Korkut’un Deli Dumrul’u dövdüğü sahnede  Dede Korkut’un bir başka oyuncunun sırtına çıkarılmış ve karnından konuşuyor olması, aynı sahnede Deli Dumrul’u döverken kungfu tekmesi atması, bir önceki sahnede üst üste duran iki oyuncunun yan yana durmasıyla ortaya çıkan ve  iki oyuncunun fiziksel farklılıklarından doğan görüntü, tahtıravanda taşınan bıyıklı rakkase, karınlarından deve başları çıkarıldığı için deve sanmamız istenen  deve kafilesinde bir devenin önündeki devenin kıçına deve başıyla vurması, Yiğit Pazar’ında hünerlerini gösterirken yiğitlerin tekerleme söylemeleri yönetmenin komik bulduğu unsurlar. Bu seviye Dilmen’in mizahi metni yanında çok sönük kalıyor. Dilmen’in metni mizahi ironik Yücel Erten’in eklemeleri panayır komikliği. Yönetmen biçimi öne çıkarırken özün gücünü yok etmiş.  

Erten rejisinde Canguzoğlu kervanının sahneden geçişi oyun temposunu düşüren bir sahne. Dilmen’in notundan anladığımız ilk sahnede yoksullara karşı zorba ve acımasız olan Deli Dumrul’un varlıklı insanlara karşı bir şey yapamaması. Yâni oyunun temel omurgası olan adalet fikrinin işlenmesi o sahnede başlıyor.  Dilmen o sahneyi şöyle tarif etmiş: ‘Canguzoğlu’nun Bezirganları her adımda ikili çan vuruşlarıyla develerin yürüyüşlerini yansılayarak sahneye girerler. Zengin kürkler giysiler içindedirler.’ Bu sahnede asıl vurgulanması gereken Canguzoğlu’nun zenginliği ve Deli Dumrul’un çaresizliği. Dilmen’e göre oyuncuların deve olması gerekmiyor yürüyüşleri deveyi hatırlatmalı. Bu çok ince bir metaforik bir anlatım ki Erten’de bunu göremiyoruz.

Erten’in köprüyü sahne önünde kurması ve beklediği komiklikleri dar tahta üzerine sıkıştırması  ve de kendince ilgi çekici bulduğu kervan geçiş sahnesi Dilmen’in iletisini bozuyor.  Dilmen’in metnindeki köprü ‘Arka alanda sağda garip bir köprü bir başından görünür. Yukarı doğru kemerlenir ve gözden gider.’ Aslında bu form oyuna daha uygundur. Köylüler  Deli Dumrul’un zoruyla koyun gibi sahne dışına bu köprüden sürülüp çıkarıldıktan bir sahne sonra Canguzoğlu kafilesi aynı köprüden sahneye doğru serbestçe geçerek gelebilir. Erten’in rejisinde sahne önünde kurulan ve  sahneye paralel  tahta köprüden köylüler türlü akrobatik hareketlerle ve komiklikler yaparak geçer ama Canguzoğlu kafilesi köprünün etrafından dolaşır. Bu da Dilmen’in vurgulamak istediği düşünceyi silikleştirir.  

Dilmen’in mizahını  Yiğit Pazarı tarifinde görmek mümkün.   Metinde Yiğit Pazarında sıra sıra kendisini satılığa çıkarmış gençler görülür. Önlerindeki tabelalarda yer alan ibareler yiğit kavramının içinin boşaltılmasına yönelik bir anlam taşır. Bunlardan birkaçı satılık yiğit, kiralık er, paralı asker, efendi aranıyor, savaş artığı, her türlü vur kır, devlet güvenlik yardımcıları, ucuz yiğit bulunur ve benzeri şekillerdedir.(Bugünkü ortama uygun neler bulunurdu kimbilir! ‘Çılgın proje’ ve ‘kanal’ sözleri ile siyasi dokundurma yapmak basit(ucuz) kalıyor.) Türk destan geleneği içerisinde kırk sayı nitelemesiyle ifade edilen kırk yiğit kavramı, yine mizahî ve ironik bir şekilde ele alınır. Pazara kırk yiğit satın almak için giden Dumrul’un parası, ancak bir yiğit almaya yeter. O da itibarını korumak konusundaki çözümü, pazardan aldığı ve adını beğenmediği satılık yiğide Kırk Yiğit adını koymakta bulur(Bayraktar) Yücel Erten üstleri çıplak(1990’da gömlekli) yiğitleri tek tek meydana çıkarır kendilerince hünerlerini gösterirken diksiyon tekerlemeleri söyletir. Bu noktada duralım. Sahnede gösterilen hünerler sıradan olmamalı. Aynı şekilde oyuncuların dansları da bir düğünde meydana çıkıp oynayan kişilerin göbek atmaları gibi olmamalı. (Kaldı ki bazı köy düğünlerindeki danslar Deli Dumrul’da gördüğümden daha estetiktir.) İçinde estetik  uyum ve ahenk olmalı. Oysa ki hünerler de danslar da dövüş sahnelerinin koreografisi de sahne estetiğinden çok uzak salapati.  Gelelim diksiyon tekerlemelerine. Dede Korkut’un mükemmel ata sözleri var. Yücel Erten diyelim 1990’da bilmiyordu. 33 sene içinde bir rejisör araştırıp oyununa katamaz mıydı? 33 sene sonra aynı reji mi çıkarılır sahneye!

Güngör Dilmen Azrail’in Güvercin olup uçtuğunu yazmış. İlk oynanışta sahneye gerçek güvercinleri atan Erten bu kez Deli Dumrul’a kollarını kanat yaptırıp çırptırarak Azrail’in uçtuğunu anlatmış. Dilmen’in metninde Azrail çalgıcı olur doktor olur. Herkesten biridir. Dilmen Azrail’in halk arasında ve halk gibi görünmesinin hazırlığını yaptıktan sonra Deli Dumrul’un yanında yürütür yağmurdan kaçırır meyhanede kadeh tokuşturur. Erten çalgıyı’yı kukla oynatıcısı yapmış ona sözsüz oyun oynatarak sahneyi gereksiz uzatmış. Bu tercih çalgıcıdan daha iyi değil. Erten  Deli Dumrul’a sırtında Azrail’i taşıtmış. Sırtta taşınmak yük olmak anlamına geliyor herhalde ama Azrail’in öyle bir ağırlığı yok. Azrail’i oynayan oyunca elinde/bedeninde taşıyacağı güvercini hatırlatan bir şey ile Deli Dumrul’un başının üstünde uçarak(?)ona yoldaşlık edebilir. Metaforik anlatımlar oyun içinde anlamlı ve tutarlı olmalı.

Oyundaki ölüler korosu Erten’in rejiye ilavesi. Metafor olarak oyunda  yama gibi kalıyor.  Kullanılan masklar 1990’dan kalma. Aynı oyuncu korosunun bir örnek Karadeniz’i hatırlatan giysileri gibi. Oyun kitapçığında Yücel Erten’in ve  Babür Tongur’un yazılarında anlattıkları müziği sahnede bulsaydım keşke. Oyunun koreografisi Salima Sökmen’e ait. İsmi oyun kitapçığının kapağında Babur Tongur ile aynı satırda yazılmış ama kitapçıkta Babur Tongur’a ayrılan üç sayfadan geçtim kendisine bir sayfa ayrılmamış. Oysa ki Salima Sökmen Babür Tongur gibi 1990’dan kalan bir kader ortağı. Sahne Tasarımı fikri 1990’dan kalma. Röpriz bir oyunda tasarımcıların da işi zor.  

Erten oyunculuk yeteneklerine bağlı basit köy tiyatrosundan bahsediyor. Köylü kültürünün zenginliğini halk türkülerinde halk oyunlarında görmek mümkün. Deli Dumrul rejisi hem içerik hem de biçimsel açılardan  o kültürel zenginliğin  gerisinde kalmış. Erten eski oyunlarını sandıktan çıkarıp çıkarıp tozunu bile almadan sahneye getiriyor. Bu en azından seyirciye ayıp.

Benim içime en çok batan Dede Korkut’un düşürüldüğü durumdur. Aynı kostüm içinde birisinin sırtında sahneye giren komik olması istenen küçük bedenli erkek oyuncu ikinci girişinde onu taşıyan iri yarı erkek ile aynı kostüm içinde yan yana birbirine bağlı duruyor. Görünüşten komiklik bekleniyor ama bu görünüşler benim içimi acıtıyor. Hele Dede Korkut’un Deli Dumrul’u döverken sandık üzerinden savurduğu kungfu tekmesi sadece cahilleri güldürür.  ‘Dede Korkut adaleti’ ve  ‘Dede Korkut düzeni’nden bahseden bir metinde Dede Korkut’u küçülten bu yorum doğru olmamıştır. Usta denilen bir yönetmen tarihimizin değerlerini böylesine harcama hakkına sahip değildir. Yönetmenin tarihe de borcu var. Aslında bir tarih şuuru gerekli. Öte yandan bir yönetmen reji yaptığı metni geçmelidir. Yazardan daha zeki akıllı estetik olamıyorsa kafasına göre takılmamalı ben yaptım oldu dememeli.

Seyirciyi güldürme amacı taşıyan rejisörlerin seyirciye dalkavukluk yaptığını düşünüyorum. Böylelikle akıllarınca onların seviyesine iniyorlar. Oysa tiyatro seyirciyi kendi seviyesinin üstüne çıkarmanız gereken bir sanattır. İlişki mıknatıs ile metal arasındaki ilişkiye benzer. Mıknatıs metale çok yakınsa onu kendine yapıştırır. Çok uzaksa çekemez. Aralarında öyle bir mesafe olmalıdır ki mıknatıs metali çeksin. Erten’in Deli Dumrul rejisi seyirciye yapışmış. Hamlet oyunculara ne diyor? ‘Ölçüyü kaçıran oyuncu cahili güldürür/ Ama kültürlüyü sıkar oysa’(Tarık Günersel tercümesi)

Dede Korkut hikayeleri Türk Tiyatrosu’nun dünyaya açılma kapısıdır. Ben bir oyunu West End’de Broadway’de seyretmek isterim. Bu dünya tiyatrosuna armağan olur.  Bu da ancak geniş bir ufuk, araştırma, isini ciddiye alma, sürekli mükemmeliyet arayışı  ve teknik alt yapıyla ve tabii ki çok iyi oyuncularla ve eğitmenlerle. Müracaat eden 850 kişiden seçilen bu oyuncular jürinin mi yoksa bizdeki oyunculuğun mu eksikliğini gösteriyor? Belki de oyunculara haksızlık ediyorum. Belki içlerinde çok yetenekli oyuncular var. Ancak bu oyundan yansıyan oyunculuklar ‘idare ediyor’ müsamere gibi. Bunun ana nedeni reji.  Bu reji oyuncuların yaratıcılıklarını da kısıtlıyor. Oyunculara yazık oluyor.

Kendi bildiğinden şaşmayan geçen 33 sene içinde oyununa yeni bir derinlik kat(a)mayan bir rejisör yorgundur. Benim kısa bir araştırmayla bulduğum literatürdeki hususlara benzer noktaların dikkate alınmamış olması üzüntü vericidir. Tiyatro matematik değil. Ben üniversitede iken bazı Hocalar arşivden çıkardıkları defterlerin sararmış sayfalarına bakarak ders anlatırlardı. Mühendislikte olur ama sanat değişen enerjik canlı bir şeydir. Erten’in  1990 rejisinde kalması bana çok ünlü bir profesörün çevirdiği bir Shakespeare oyununun 18. Baskısı yapılmasına rağmen birinci önsözde kalmasını hatırlatıyor. DT Genel Müdürü iken ‘ Dinamik bir anlayış geliştirmek zorundayız. Gerek düşünsel ve gerekse sanatsal boyutlarda aşınmış ve günümüzün isterlerine cevap vermez olmuş yapımızı değiştirmek zorundayız’ diyen bu Yücel Erten midir? O gün ‘Başka ülkelerin tiyatrosuyla yarışa girilebilir duruma gelinmesini daha diri daha lezzetli bir çizgiyi hedef alan’ Erten Deli Dumrul’daki rejisiyle mi tiyatromuzu dünya sahnesine çıkaracak dünya tiyatrosuyla yarışacak? Bahsettiği dinamik anlayış röpriz oyunlar mıdır?  

Çevirileri, rejileri, kitapları, yöneticiliği ile  Türk Tiyatrosu’nun 60 yılında var olmuş Yücel Erten’in Deli Dumrul’u müsamere kıvamında bir hayalkırıklığı oldu. Sezonu maalesef kötü bir oyun ile açtık.  Erten’in Deli Dumrul’u ne Dede Korkut’a ne Deli Dumrul hikayesine ne de Güngör Dilmen’in metnine yakışmaktadır.  Erten Türk dünyasının abide eserlerinden birinin içini boşaltmıştır.  Ben kendisini ‘iyi’ hatırlamak istiyor(d)um.

Melih Anık

Kaynak:

Deli Dumrul ve Akad’ın Yayı Adam Yayınları

DT Deli Dumrul 1990 oyun kitapçığı

Kemal Abdulla Gizli Dede Korkut

Dede Korkut Destanı - Prof.Dr.Necati Demir

DELİ DUMRUL’UN SAHNEDE YENİDEN HAYAT BULUŞU: GÜNGÖR DİLMEN’İN DELİ DUMRUL OYUNU VE YENİDENYAZMA Yasemin BAYRAKTAR Dr. Öğr. Üyesi, SDÜ Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler ve Türkçe Eğitimi Bölümü,

DEDE KORKUT KİTABI HAZIRLAYAN: SADIK YALSIZUÇANLAR

DEDE KORKUT HİKÂYELERİ’NDEKİ METAFORLAR Nurullah ŞAHİN

Bir Reji Çalışması Akad’ın Yayı(tez) Hakan Altun

 

Not: YouTube’da Yücel Erten’in kendi sayfasında oyunun ilk versiyonunun (1990) 12 dakikalık bir videosu var. Onu izleyince Yücel Erten’in röpriz yaptığını anlıyorsunuz. Röpriz Erten’e göre o kadar doğal ki 2023 yılındaki yazdığı yazı 1990 oyun broşüründeki yazının neredeyse aynısı. Hatta bugün o günkü yazısında yazdığı  Genel Müdürlük ile yaşadığı sorunu neredeyse aynı cümlelerle yeniden yazmış. https://www.youtube.com/watch?v=i9oSKkUONlE

1990 yılında DT tarafından bastırılan oyun kitapçığı standart fotokopi kağıdına siyah beyaz basılmış ve toplam 26 gram. 2023 yılında İzmir BB Şehir Tiyatroları tarafından bastırılan oyun kitapçığı 1.sınıf kuşe kağıda renkli bastırılmış toplam 84 gram. Sanıyorum internet sayfasında oyun kitapçığının pdf kopyası var. Bedava dağıtılacak kopyaların basımında tasarrufa dikkat edilmesini tavsiye ederim. 

3 Ekim 2023 Salı

Ödenekli Tiyatrolar Ne Yapmalı? Nilüfer Kent Tiyatrosu Örneği

 Ödenekli tiyatro ne yapmalı? Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu örneğinden yola çıkarak bu konu ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak için bu yazıyı yazdım.

Nilüfer Belediyesi tiyatro sever bir belediye. 2014’den bu yana Kent Tiyatrosu var. Mitos Boyut ile ortak oyun yazma yarışması düzenliyor. Sözleşmeli bir kadrosu var. Yıllık bütçesi de 5 milyon TL civarında. Şimdiki Başkan Turgay Erdem kendinden önce başlamış faaliyetlere destek vererek bir geleneğin devamını sağlıyor. Genel Sanat Yönetmenleri ile iki yıllık sözleşme yapılıyor. İki yılın sonuna doğru yürütme kurulu GSY’nin sözleşmesini iki yıl daha uzatabiliyor. Son üç GSY’leri Engin Alkan, Ali Düşenkalkar ve Murat Daltaban. Bildiğim kadarıyla yürütme kurulu dağılmış ve Başkan’ın onayı ile Murat Daltaban’ın sözleşmesi iki yıl daha uzatılmış. GSY’leri doğal olarak başarılı olmak istiyorlar. Başarı onların görevlerinde devam etmelerini sağlıyor. Daltaban başarılı bulunmuş olmalı ki ikinci dönem seçilmiş. Genel olarak Belediye Başkanları ve toplum gözünde başarının en önemli kriteri ödül almak ve  ödül başarısızlıkları örtüyor. Bu aslında sığ bir tiyatro anlayışının da göstergesi. İşte bu noktada sorumuzu tekrar edelim: Ödenekli tiyatrolar ne yapmalı?

Bu hususta Bursalı tarihçi Uğur Ozan Özen’in bir yazısından bir bölümü paylaşmak istiyorum:

“ Nilüfer Kent Tiyatrosu özel tiyatro değil, beş yüz bin nüfuslu ilçe belediyesine bağlı ödenekli tiyatrodur. İçinde yaşadığı kültüre ait oyunlar olmak üzere dünya tiyatrosunun önemli oyunlarını sahnelemekle mükelleftir.  

Dokuzuncu sezonuna ulaşan tiyatronun repertuarı tek kültüre (İngiliz-İskoç) ait oyunlardan oluşuyor.

Bu durum tiyatroda çalışan kimseyi rahatsız etmiyor mu?

Rus Tiyatrosu nerede? Alman Tiyatrosu, Fransız Tiyatrosu?  

Tiyatronun oyun yelpazesi eskiden daha genişti.

Bu uyarıdan yola çıkarak Murat Daltaban yönetiminde Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nun repertuvarına bakalım. Vur Yağmala Yeniden, Aşkın En Kısa Gecesi, 1984, Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu, Dünyanın Bütün İsimleri ve Öksüzler.  İlk iki oyun Murat Daltaban’ın özel tiyatrosu DOT’da daha önce de sahnelenmiş yâni röpriz oyunlar. Aşkın En Kısa Gecesi DOT yapımı olarak 2014’de İki Kişilik Yaz ismiyle sahnelenmiş. Bu repertuvarın Ozan Uğur Özen’in vurguladığı ve tamamen katıldığım ‘Ödenekli tiyatro içinde yaşadığı kültüre ait oyunlar olmak üzere dünya tiyatrosunun önemli oyunlarını sahnelemekle mükelleftir’ prensibi ile ilgisi yok.   Tüm oyunların ortak tarafı genellikle İngiliz İskoç kökenli yabancı yazarlara ait oluşları. Oysa Nilüfer Kent Tiyatrosu oyun yazma yarışmalarını düşündüğümüzde Mitos Boyut tarafından kitaplaştırılmış yazarı Türk olan pek çok oyun raflarda beklemekte. Hele Bursa gibi Türk Tiyatrosu’nun mihenk taşlarından biri Ahmet Vefik Paşa’yı düşündüğümde repertuvarın bir ödenekli tiyatroya ve de Bursa seyircisine hiç yakışmadığını Bursa’da tiyatroyu yaşatan Paşa’ya vefasızlık yapıldığını düşünüyorum. Oysa ulusal tiyatro için uygun bir zemin var Bursa’da.

Bursalı yazar Uğur Yılmaz şunları yazmış:

 ‘Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu ödenekli bir tiyatro. Ödeneğin kaynağı da belediye sınırları içinde halkın vergileri. Ödenekli de olsa tiyatronun özgürlükçü bir anlayışla insanların kendilerinin toplumu ve dünyayı anlama çabalarına katkı yapması çok kıymetli. Kuşkusuz özgürlüğün sorumluluktan bağımsız olmadığını da unutmadan. Nilüfer Kent Tiyatrosu’nu DOT gibi gören bir yaklaşım ve oyun seçiminden rahatsız oldum. Ancak DOT’ta oynanan oyunları Bursa’ya getirip tekrar oynamak Bursa seyircisini hafife almak gibi geliyor bana. Ödenekli tiyatronun daha kapsayıcı ve geniş kitlelere hitap etmesi gerektiğine inanıyorum. Ödenekli tiyatroların asli görevi tiyatro ile halkı buluşturma değil mi? Geçen sene izlediğim Vur Yağmala Yeniden oyunu da benzer bir tat bırakmıştı bende. Ama bu kez çok daha cüretkar buldum seçilen oyunu(Punk Rock). Oyun NKT Gençlik Tiyatrosu oyunu hatırlatırım. Oyun kalbimde kırgınlık ve kızgınlık hissi bıraktı. Katliam yapan lise öğrencisi izlemenin bizlere ne gibi bir katkı yapacağını da anlayamadım.’ Gençlik tiyatrosu oyununda ‘Katliam yapan lise öğrencisi’ içimi cız ettirdi.

Yazılarından alıntı yaptığım yazarlar meselenin satır başlarını ortaya koyuyor: İçinde yaşanılan kültüre ait oyunlar, daha kapsayıcı ve geniş kitlelere ulaşma, tiyatroya ayrılan ödeneğin kaynağı olan vergilerin doğru harcanması. 




1984 12 Eylül 2022 tarihinde prömiyer yapmış. 28 Kasım 2022 tarihli facebook sayfasında Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu şöyle bir paylaşım yapmış:

Bu hafta sonu 1984 oyunumuzda kıymetli konuklarımız vardı...

Cumartesi akşamı 1984 buluşmasının ardından,

Pazar günü misafirlerimizle @niluferbel 'nin Misi, Gölyazı ve Balat Atatürk Ormanı'nındaki şahane kültür sanat alanlarını gezdik...

Misi Köyünde,

Nilüfer Sanat Kahvesi'ne,

Nilüfer Fotoğraf müzesi'ne

Nilüfer Edebiyat Müzesi'ne

Nilüfer İpek Evi'ne ve

Nilüfer Çocuk Kütüphanesi'ne uğradık.

Gölyazı'da

Apollonia Nekropolü, Kutsal alanı ve Antik tiyatrosu'na hayran kaldık;

ve son olarak

Balat Atatürk Ormanı'ndaki

şahane yeni açık hava gösteri mekanımız #OrmandakiKulübe'deki keyifli sohbetin ardından ayrıldık!


 Paylaşımda etiketlenen isimler de şunlar:

@selvi_seckin @aysenilsamlioglu @selalekadak @sulekadaks @emin_capa @melisalphan @serif_erol @esbilgic @sebnemkirmaci @kadirk @zukeskin @merihtangun @aysegulissever @aylinka @hulya.muratli @nornek @asumaro @esraaaysun @duygudemirdag @oslemece @gozdesivisoglu @esraecekuleci @efnanatmaca @oz_buyucusu @lerzanpamir #SaadetErsin #CemEriç @oya_eric #SalihBaşağa

 

Bu ekip Bursa’da Nilüfer Belediyesi’nin misafiri olmuş. 1984 oyununu seyretmiş ve çevrede turistik bir gezi yapmış.

 Benim dikkatimi Merih Tangün ve Salih Başağa çekti öncelikle. Salih Başağa Yapı Kredi İcra Komitesi Başkanı Merih Tangün Afife Ödülleri jüri başkanı. Tiyatro camiasında sözü geçen kanaat önderi sayılan tiyatro yapıcılar var misafirler arasında. Ekipte gazeteciler de var. Emin Çapa en popüler olanı. 1984 bu gazeteciler tarafından çok övülerek yazılmış.  Lerzan Pamir Afife’de Haldun Dormen müzikal ödülü verilen 1923 müzikalinin yapımcılarından biri.

 1984 ve Aşkın En Kısa Gecesi  takip eden zaman içinde İstanbul’a pek çok sayıda turne yapmış. Turneleri hep İstanbul’a yapmış desek daha doğru. NKT’nun oyunları içinde İstanbul dışına turne yapan oyun Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu Lefkoşa’ya gitmiş. Afife Ödülleri’nde 1984 10 adaylık  Aşkın En Kısa Gecesi bir adaylık aldı. Seyrettiğim diğer oyunlara ait adaylıkları göz önüne getirdiğimde 1984’ün 12 adaylığın onunda aday çıkarmasını anlayamadım. Akla aykırı. Bence kötü bir oyun. Ama Afife jürisi ve kanaat önderleri çok beğenmiş.  

 Şimdi aynı soruyu hatırlayalım: Ödenekli tiyatrolar ne yapmalı?

 Ben NKT’nun bulunduğu ilçenin ve şehrin çevresinde turneler yapmasını arzu ederim. Tiyatrosu az olan il ve ilçelere tiyatro götürmesi ödeneği halkın vergileri ile oluşan bir topluluk için görevdir, zorunluluktur. NKT’nin sürekli İstanbul’a turneye gelmesi İstanbul’un alkışını önemsediğini gösteriyor. Bunda İstanbul seyircisine olduğu kadar ödül jürilerine yakın olma amacı da var gibi. Belki de repertuvarın Bursa çevresi için uygun olmadığı kanaati de vardır. Uğur Yılmaz’ın satırlarında ‘Bursa seyircisini hafife almak’ ifadesi anlamını buluyor. Öte yandan halkın vergileri ile oluşan ödeneğin halkın yararına kullanılmasına özen gösterilmesi de önemli bir husus. NKT’nun ödülü Bursa seyircisinin yani onu vergileriyle ayakta tutan seyircinin alkışı olmalı. Ödenekli tiyatrolar dışarıdan GSY getirmek yerine kendi içinden dönüşerek  GSY çıkarmalı. Bu topluluğun vizyon ve misyonunda devamlılık sağlayacak her yeni GSY ile yeniden başlamak sonlanacaktır.

 Olayın bir başka boyutu da ödül jürileri ile ilgili. Bu sezon  Afife jürisinin değerlendirmesi yapılan oyun repertuvarında 233 oyun varmış. Bunlar içinde NKT’dan başka İstanbul dışından kaç tiyatro var merak ediyorum. Kaç oyunu seyretmek için İstanbul dışına çıkmış jüri başkanı? Ödeneğini davet ettiği misafirlerine harcama imkanı olmayan tiyatro topluluklarına haksızlık değil midir? İstanbul dışında çok beğenilen oyunları İstanbul’a getirtip ödül adayı yapmak bir yöntem mi olacak bundan böyle? Yoksa bu davet edilmelerle mi sınırlı? Kim davet ederse gidecek misiniz? 1984’e ödül vermek sadece bir oyuna ödül vermek değildir. Ödenekli tiyatroyu da desteklemek/alkışlamak anlamına gelir. Şimdi bu yazının kapsamında anlatmaya çalıştığım gibi NKT bu repertuvarı ile desteklenmesi gereken bir topluluk mudur? Bence değildir. Ödül bu hususu sümen altı edecektir. Ödül jürileri olayın bu boyutunu ne zaman düşünecek?   

 Ödenekli tiyatroların görev ve sorumluluklarının bilincinde yeni bir vizyon ile Ulusal Türk Tiyatrosu'na katkı amacıyla  yapılanması gerekiyor. Ödül jürileri de yegane görevlerinin Türk Tiyatrosu’na katkı yapmak olduğunun bilincinde olmalı.    

  Melih Anık


Nilüfer Belediyesi Nilüfer Kent Tiyatrosu facebook paylaşımı:

 https://www.facebook.com/NiluferTiyatro/posts/pfbid0JfBgFouSLFutxeyy6rxmS4UfdxnMbcPE7QcmiEGBAj1YEzWeiUfELpbFDqcWBErVl?__cft__[0]=AZX0TUmCUk2Milf68cRuyAcR28B7ZgR2oR8Tyy2BwQtVF7yD1A63QxapiN0a6x1X2RDKLsn3fj5Jr7aErCqSwrAc6Zr-qOhN2Ah6U9fbybULBVc1j9upegpI9leKcHyFa3iUBnG79WX7PV4URS-hjIptXeKIy21qbrBgq0hjh7ulyU3Oyp4lRCCLYW0VnqPX9YE06EtAGm5EBUrCfFCJmEDO&__tn__=-UK-R


Uğur Ozan Özen’in yazısı:

https://www.yenidonem.com.tr/yazarlar/ugur-ozan-ozen-148/dunyanin-butun-isimleri-18381?fbclid=IwAR2p6MpqWx1vrt4800smv-3U-H1o9k7GfWyaZCFEnZj22TR0K472ChkaS-Y


26 Eylül 2023 Salı

Afife Jürisi’ne ve Yapı Kredi Bankası’na Açık Mektup

 Yapı Kredi Bankası’nın desteği ile 25.Yılını idrak eden Afife Tiyatro Ödülleri adayları açıklandı. Ülkemizde verilen  hiçbir tiyatro ödülünün tiyatro sanatına ve Türk Tiyatrosu’na beş kuruşluk faydası olduğuna inanmıyorum. Ödüller hakkında yazdığım yazılar ayrı bir kitap olur. Artık yazılacak bir şey kalmamıştır derken bu senenin Afife adayları bu yazıyı yazmama neden oldu. Yazılarımı görmezden gelir gibi yapıp ama takip ettiklerini okuduklarını  davranışlarına/kararlarına bakarak anladığım jüri üyelerinden bu kez açık açık bir ricada bulunacağım. Neredeyse her dalda adaylıklar verdiğiniz Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun (aslında Murat Daltaban’ın demem gerek) oyunu 1984’e hiçbir dalda oy vermeyin ve herhangi bir ödül almasına neden olmayın. Bu yazımda bunun nedenlerini anlatmaya çalışacağım.  

Jüri Başkanı Prof. Dr. Merih Tangün’ün adayları sunuş toplantısında yaptığı konuşmayı dinledim. Bilgilerim onun söylediklerinden kaynaklanmaktadır.

Tangün bu sene her biri en az 10 gösteri yapmış yeni 233 oyunun oyun dağarcığını oluşturduğunu söyledi. Bu 233 oyunu 33 jüri üyesinin hepsi seyretmiyor. Jüri üyeleri jüri başkanı tarafından belirlenen ve kendilerine bildirilen oyunları  izlemekle sorumludur.  Bu oyunları en az  6  üyenin seyretmesi gerekir. Ön eleme puanı en az 6 jüri üyesinin not ortalaması ile belirlenir. Aylık toplantıda bazı oyunların yeniden değerlendirilmesi istenirse yeni 6 üye ikinci ve nihai değerlendirmeyi yapar. Ön eleme puanı birinci ve ikinci değerlendirmelerin puan ortalaması hesaplanarak belirlenir. Değerlendirmeler online sistem üzerinden yapılır. Puanlar değiştirilemez.  İlk 15 seçilir. Elektronik oylama ile 10 aday ve sonra son 5 aday belirlenir.  Yani oyun sayısı ve jüri üyesi çok ama sistem jüri başkanına ve 6 üye üzerine kurgulanmış. Afife Ödülleri’nin sistemi, yaratılmak istenen prestije rağmen çok zayıf.

Bu seneki oylama beş oyunu öne çıkarmış: 1984, Cadı Kazanı, Fosforlu Cevriye, Kim Bu Ben, Tartuffe. Yılın oyunu yılın yönetmeni adayları bu beş oyundan. Sahne tasarımı, giysi tasarımı sahne müziği adaylarından dördü  1984, Cadı Kazanı, Fosforlu Cevriye, Tartuffe oyunlarından. Işık tasarımı 1984, Tartuffe ve Cadı Kazanı; koreografi adaylarından üçü Tartuffe,  Fosforlu Cevriye ve 1984’e ait. 1984 En Başarılı Kadın Oyuncu ve Genç Kuşak Sanatçısı  hariç her dalda(10) aday çıkarmış.

Bir dalda aynı kişi(ler) birden fazla aday olmuş. Yiğit Sertdemir En Başarılı Yönetmen dalında iki; Barış Dinçel En Başarılı Sahne Tasarımı dalında iki; Işık Tasarımı dalında Cem Yılmazer üç oyunla Kemal Yiğitcan iki oyunla aday olmuşlar ve beş adaylık iki kişiye paylaştırılmış. Yardımcı rolde En Başarılı Kadın Oyuncu dalında aynı oyundan (Fosforlu Cevriye) iki aday seçilmiş. Genç Kuşak Sanatçısı dışındaki adaylıklar 15 oyundan çıkmış. 12 dalda adaylık çıkaran toplam oyun sayısı 20. Toplam 233 oyunluk dağarcıktan çıkan sayı bu.

Ben hep jüri üyelerinden her birinin kaçar oyun seyretmiş olduğunu merak ettim. Hiç açıklanmadı. Kulağıma gelenlere bakarsam bu sayı 50-60 civarı. Puanlama görece bir iş olduğu için her ay seyredilmiş oyunların puanlamasının o ay içinde yapılmış olmasının yâni daha başka oyunları seyretmeden yapılmasının da görece sıralamayı ortadan kaldırdığını düşünüyorum. Zira tiyatroda puanlama mutlak bir kriter değildir, olamaz. Puanlama bir başkası ile karşılaştırılarak yapılmalıdır. Tiyatro oyunlarında verdiğiniz puan matematiksel bir doğrunun ifadesi de değildir. Yani bu oyunun rejisi 5 puandır denemez. Kişiden kişiye ve rakip oyunlara göre değişir. Bu nedenle Afife Ödüllerinde puanlama sistemi yanlıştır.

Bu yıl adaylıklarında aynı kategoride aynı kişiye verilen birden fazla adaylık saçmadır. Ayrıca bu nedenle aday olamamış diğer kişilere de saygısızlıktır. Mesela 233 oyun içinde seçilen iki kişiden başka üç ışık tasarımcısı daha  yok mudur?       

Genel olarak benim yıllar içinde edindiğim izlenim ödül jürilerinin tiyatro dışı bazı konuları öne çıkarmaktaki tercihleridir.  Bu, ödülü koyanın kişisel beklentileri ( dergisine alacağı reklam beklentisi vb) olduğu gibi bir pozisyondaki bir  arkadaşı destekleme amacını da taşımaktadır. Bu husus genellikle ödenekli tiyatroların yöneticilerinin yaptıklarını abartılı bir şekilde alkışlamak ve onu sorumluluğunu taşıdığı makamda başarılı göstermek amacını taşır. Bu bir anlamda tiyatro yapıcılarının dayanışmasıdır. Bazen de bir oyun toplumsal mesajı dolayısıyla öne çıkarılır. Ödül töreni gecesi basına malzeme olan pek çok teşekkür konuşması yapılmıştır. Seçilen oyunlara bu çerçevede bakın. Bu arada Türk Tiyatrosu’nun ihmal edildiğini ödüllendirmelerin kişilerin alkışı haline geldiğini  görebilirsiniz. Maalesef tüm tiyatro ödülleri Türk Tiyatrosu’nun vizyonu ve misyonu ile ilgili hiçbir şey yapmamaktadır. Bu noktada şu hususu belirtmek zorundayım. Ödenekli kurumsal tiyatrolar ile özel tiyatroları aynı kapta yarıştırmak doğru değil. Bu adaletsiz bir yarış olmakta.  Özel tiyatrolar yaşam savaşı verirken ödenekliler daha rahat tiyatro yapabilmekte. Tabii ki ödenekli tiyatroların olanakları da geniş.  Özel tiyatroların ödenekliler ile yarışma şansı yok. Bu açıdan bakınca özellikle teknik konularda ödenekli tiyatroların adaylıkları doğal gelebilir. Bana doğru ve doğal gelmiyor.

Gelelim İstanbul dışından aday 1984’e. Sanıyorum Murat Daltaban’ın çevresi nedeniyle özel  ilgi gören bir tiyatro Nilüfer Kent Tiyatrosu. Yazarlar Bursa’ya gidip arkadaşlarının oyunlarını seyreder ya da Murat Daltaban’ın Nilüfer Kent Tiyatrosu’nda yaptığı oyunlar İstanbul’a davet edilir. Bu her tiyatronun sahip olabileceği nimetlerden değildir. Bu sene de öyle oldu. 1984 İstanbul’a getirildi. İstanbul’da jüri üyelerinin oyuna ulaşması kolaylaşmış oldu. Bir oyun İstanbul’a getirilmişse anlayın ki o yıl ödüllerde o oyun ödül listesinde olacaktır. Bu aslında önceden ödüllendirme demek ve haksız ve de adaletsiz bir tutum.

Bu yılın adaylıklarını ‘kapan’ dört büyük  yapımı (1984, Fosforlu Cevriye, Tartuffe ve Cadı Kazanı) seyretmiş bir kişi olarak adaylıkları ve 1984’e verilen özel önemi kendi penceremden doğru bir şekilde değerlendirme şansım var.

1984 hakkında fikir beyan ederken diğerleri ile karşılaştırma yapabilme şansım var. O oyunları düşündüğümde 1984’e 10 adaylık çıkmasını da anlamış değilim.  1984 bence rejisi ve teknik özellikleri ile kötü bir oyun. 1984 yılını zamanın içine doğru oturtamamış, romanın içeriğini doğru anlamamış ajite sahneleri ile seyirciyi avlamak için yapılmış, biçimin içeriği yok ettiği  yönetmenin ülkemizin başında bela ettiği ve kendini bir türlü ondan  kurtaramadığı  ‘in your face’  kalıpları içinde gerçekçi olması gereken konuyu ‘absurd’leştirmiş bir oyun 1984. Bugüne dair göndermeleri  sığ, seyirciye ulaşmayı değil  yönetmenin kendini tatmin etmesini  hedeflemiş bir oyun. Teknik alt yapısı karanlık görsel ve işitsel defoları olan bir oyun.  Kısaca yönetmen Murat Daltaban oyunu kendi şânı için yapmış alkışı da İstanbul jürilerinden beklemiş. Öte yandan Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nun başında iki yıldır  röpriz ve yabancı oyunlarla kurduğu repertuvarı ile Bursa’da yâni Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa’sında onun tohumlarını ektiği tiyatrodan uzak bir tiyatro yapan Murat Daltaban’ın Afife ya da başka bir ödülle ödüllendirilmesi Türk Tiyatrosu’na yapılan  ihanetin onaylanması anlamına gelir.  Murat Daltaban sanki Bursa’ya değil İstanbul tiyatro alemine kendini  alkışlatmak amacını taşımakta ve sorumluluğunu taşıdığı görevin kentsel niteliklerini umursamamaktadır ki bu tutum yolu Bursa’dan geçmiş ve Bursa'da Türk Tiyatrosu geleneğini yaşatmak için canını vermiş nice tiyatrocunun kemiklerini sızlatmakta. Daltaban’ın Bursalı tarihçi Uğur Ozan Özen’in kitaplarını okuyarak   feyz almasını istemek çok mu olur acaba?  Ondan beklemek fazladır ama jüri üyeleri hatalarından dönebilir.

Ey Afife ödüllerinin 33 jüri üyesi, Lütfen Murat Daltaban’ın Anadolu’da bir tiyatroda Türk Tiyatrosu için  yapması gerekenleri ve sorumluluklarını ona hatırlatın ve değerlendirmeniz adaylıklar ile sınırlı kalsın ve ona son seçimde oy ve ödül vermeyin. Yapacağınız bu iş Anadolu’da tiyatro yapmakta ve yapacak olan tiyatroculara uyarı olsun. Arkadaşlığı ahbaplığı bir yana  bırakın ve Türk Tiyatrosu’nu düşünün. Türk Tiyatrosu’na bu şekilde yararınız dokunsun.

Ey Yapı Kredi Bankası, kurulan bir oyunun parçası olmayın. Sizin kesenizden saltanat sürenlere dur deyin.

Melih Anık

Not: Bu arada bir fon aracılığıyla öğrencilere burs  veriliyor olmasından memnunum. Ayrıca toplulukların online sistem üzerinden yarışmak amacıyla kendi adaylıklarını  sisteme girebilme olanağını da alkışlıyorum. Bunlar benim yıllardır yazdığım hususlar.  

6 Mart 2023 Pazartesi

Keşke Ağıtlar Bitse: Gül'e Ağıt(İBBŞT-Deniz Altun - Özgür Kaymak)

 Gül’e Ağıt gerçek bir olayı tiyatrolaştıran bir oyun.  Güldünya Tören(1982-2004) akrabasının tecavüzüne uğradıktan sonra hamile kalan ve aile kararıyla öldürülen Bitlisli genç bir kadın. Olaydan sonra köyünden uzaklaştırıldı. Bir tanıdık yanında çocuğunu doğurdu. Kardeşi tarafından öldürüldü. Ülkemizde sonu gelmeyen töre cinayetlerinin sembollerinden biri oldu. Aileler arasında kan davası Güldünya Tören’in ölümünden sonra devam etti. Güldünya’nın babası 2011’de tecavüzcüyü  öldürdü. Güldünya’yı öldüren ve 23 yıl hapse mahkum olan ve de 8 yıldır cezaevinde olan kardeşin kalp krizinden öldüğü açıklandı. Babanın tecavüzcüyü öldürmesi ile ilgili dava sürerken Kartal Adliyesinde bıçak ve sopalarla kavga eden iki aileden 7’si ağır 30 kişi yaralandı. Aileler arasında süren kan davası  2013’de bir caminin konferans salonunda yapılan barış yemeği ile sona erdirildi. İki ailenin bireyleri birbirlerine kesme şeker ikram etti. Kutsal kitapları altından da geçen aileler birbiriyle öpüşüp barış yemeği yedi. Baba müebbet hapis cezasına çarptırıldı.(vikipedi) Oyun Güldünya’nın öldürülmesi ile son buluyor. Aslına bakarsanız onun ölümünden sonra yaşananlar trajikomik. Bir camide kutsal kitaplar altından geçilerek ve kesme şeker ikram edilerek yenilen barış yemeği Pirus zaferine benziyor. Keşke bu öpüşmeli barış yemeği oyunun sonuna eklenmiş olsaydı. Bir oyuncunun özeti de yeterdi. O zaman dramatik yapıdan çıkarak olayı aklımızla görmemiz mümkün olurdu.



Yazar

Oyunun yazarı Deniz Altun(1968) İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü mezunu. Bir süre kültür sanat muhabirliği ve halkla ilişkiler alanlarında çalıştıktan sonra Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Bölümünde çalışmış. Ardından Yüz Yüze Tiyatroyu kurmuş. Oyuncu yönetmenliğinin yanı sıra çeşitli kurumlarda eğitmenlik de yapmış. Oyunu 2004 yılında katıldığı Oyun Yaz Projesinde yazmış. Mehmet Ergen ile tanışması bu vesile ile olmuş. Mehmet Ergen Bakırköy Sanat Tiyatrosu’nda oyunu sahnelemiş. Yazar ile Mehmet Ergen işbirliği sonraki yıllarda da devam etmiş. Yazar Talimhane Tiyatrosu’nun yaratıcı ekibinde yer almış. Pek çok oyunun yaratılmasında Ergen ile birlikte çalışmışlar. Altun şu anda Kadıköy Belediyesi Gençlik Sanat Merkezi’nde eğitmen olarak çalışmakta Çatı Tiyatro’da ise Süpervizörlük yapmaktadır.(Broşür)

Yukarıdaki kısa özgeçmişi İBBŞT’nın oyun broşüründen aldım. Oyun Mehmet Ergen’in Genel Sanat Yönetmenliği döneminde İBBŞT repertuvarına girmiş. (İlk oyun 23 Şubat 2022) Broşürdeki yazar özgeçmişi o dönemden kalma. Yazarın hayatına Mehmet Ergen çerçevesinden bakmak hem Ergen’in hem de yazarın tercihi sanırım. Özgeçmişten oyunun nasıl doğduğu yeşerdiği ve çiçek açtığı üzerine bir şey söylememiz mümkün değil. Her görev aldığı pozisyona oyun yaz projesini yanında taşıyan Ergen’in projelerinden çıkan kötü oyunları da seyrettim. Ergen’in kendisinin övgüsü sayılabilecek oyunlara destek olması doğal. Ancak Deniz Altun’un  öz geçmişine bakınca oyun yazmanın aslında yazarların kendi yeteneklerinin ve birikimlerinin sonucu olduğuna herhangi bir kişinin oyun yazma atölyeleri ile  yazar olmayacağı hususundaki görüşüm değişmedi. Konu ile ilgili öne çıkan husus gençlerin gözünü boyayan şeyin birinin eteğine tutunarak başarılı olunacağı düşüncesi. Oyun yazma atölyelerinin ve  oyunculuk eğitimlerinin bu hususu gereğinden çok öne çıkarmış olmasını sevmiyorum.   Oyun yaz projesinde yolu Ergen ile kesişen Altun onun vasıtasıyla önce Bakırköy Şehir Tiyatrosu’na sonra da Ergen’in Genel Sanat Yönetmeni olmasıyla İBB Şehir Tiyatrosu’na  girmiş. Elbette arkanızda genel sanat yönetmeni de varsa  oyunun kurumlarda yararlanacağı olanaklar da o ölçüde fazla oluyor. Ancak bu noktada Gül’e Ağıt’ın hakkını yemek istemem. Deniz Altun iyi bir oyun yazmış. Oyunun Devlet Tiyatroları tarafından da oynanması da bunu gösteriyor elbette. Gül’e Ağıt 2017-2019 yılları arasında Diyarbakır Devlet Tiyatrosu tarafından Ebru Nil Aydın yönetmenliğinde sahnelenmiş. Neredeyse tüm Doğu illerinin Devlet Tiyatroları sahnelerinde seyirciyle buluşma fırsatı bulmuş. Buna Güldünya Tören’in memleketi olan Bitlis de dahildir. Ama Gül’e Ağıt gibi başarılı onlarca(belki yüzlerce) oyun edebi kurullardan geçemiyor ve sahnelenemiyor. Böyle işleyen bir düzenin hakça olduğu söylenemez.       


Yönetmen

Özgür Kaymak Selçuk Üniversitesi Devlet konservatuvarı Oyunculuk Ana Sanat Dalı’ndan mezun. 2001’den bu yana İBB Şehir Tiyatrosu’nda oyuncu ve yönetmen olarak çalışmakta. Yazdığı yönettiği Son İBB Şehir Tiyatrosu’nda egemen olan  geleneksel dramaturjinin dışında bilimkurgu türünde distopik avangard bir oyundu. Uyarlayıp yönettiği Mavi Kuş’u seyredemedim ama seyrederim diye Mustafa Kutlu’nun romanını  okumuştum. Mustafa Kutlu’nun özgeçmişinde  Adımlar, Hisar, Türk Edebiyatı, Düşünce, Yönelişler gibi dergiler, Zaman gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi Kanal 7 tv’yi görünce ister istemez zihinlerde canlanan imaja rağmen Özgür Kaymak’ın Mavi Kuş’u uyarlayıp kulağıma çalınanlara göre kurum içinde de karşı bir tepki almasına rağmen yönetmesini önemli bulmuştum.

Reji

Sofitadan sarkan tül perdeler altında yarım daire yükselti ve ortadaki dönebilen daire platform oyun alanını belirliyor. Tülleri Gül’ün saf ve temiz hayalleri ortada dönebilen platformu insanları değirmen taşı gibi ezen törelerin sembolü olarak okudum.(Dekor tasarımı Zuhal Soy)  Broşürdeki fotoğraflardan anlaşılmıyor ama yarım daire platformda oturanlar ortadaki değirmen taşı nedeniyle  ilk beş altı sıradaki  seyirciler için geride ve basık kalıyor. Mizansende değirmen taşının daha çok kullanılmasını isterdim. Zira ezilen sadece Gül değil tüm aile fertleri. Gül’ün öldürülmesi ile tüllerin sahneye düşmesi iyi olurdu diye düşündüm. Hayal sahnelerinin güzel olduğu kanısındayım.  Daha iyi olabilirdi diye düşündüğüm sahneler  Ağa’nın mekanı ve Gül’ün sığındığı  arkadaş evi. Sahne önüne kurulması zaman alan bu sahneler oyunun bütünselliğini gösteren tül perdeli alanın dışında kalıyor. Ayrıca oyunun genel dekorundaki metaforik anlatım o sahnelerde fazlasıyla maddi ve aykırı. Tabii ki hayatın gerçeği denebilir ama tiyatronun da bütüncül anlatımı var. O sahnelerde parçalanmakta olan Gül’ün hayal dünyasını sembolize eden tül perdelerin parça parça  kopması iyi olurdu. Benim aklımdan geçen yarım daire platformun soldaki ucunun koparılıp kopan tüllerle kaplanıp ağa koltuğu, sağdaki ucun koparılıp gene tüllerle kaplanarak bir divan olması. Bunlar hazır olarak dışarıdan gelebilir veya hayal sahnesindeki üç beyazlı oyuncu uygulayabilir.  Özellikle arkadaş evindeki ayrıntılı dekorun fazla olduğunu düşünüyorum. Her şeye rağmen genel olarak rejiyi çok başarılı bulduğumu ve oyunu keyifle seyrettiğimi söyleyebilirim.  

İBBŞT’nın oyuncuların isimlerini oynadıkları rol isimlerini vermeden sürü halinde vermesine çok kızıyorum. Bu oyunda da aynı alışkanlık devam ediyor. Oyuncuları tanıyor olmama rağmen onları tek tek değerlendirmemem benim protestom. Oyunculuk kalitesinin yüksek olması oyunun keyifle seyredilmesinin en önemli nedeni. Kadroda çok da sevdiğim oyuncular var. Onları ismen anmamak bana hissettirdiklerini paylaşamamak  beni üzüyor.  Köyün delisini oynayan oyuncu öne çıkıyor. Müzik ışık dekor ve kostüm tasarımları genel başarıya katkı sunan ögeler.  

Gül’e Ağıt İBBŞT repertuvarının iyi oyunlarından biri. Keşke hâlâ ülkemizi utandıran töre cinayetleri olmasa ve ağıtlar bitse. İşin üzücü yanı da o.

Melih Anık

 

Künye:

GÜL’E AĞIT

YAZAN  DENİZ ALTUN

YÖNETEN  ÖZGÜR KAYMAK

MÜZİK  OKAN KAYA

DEKOR - KOSTÜM TASARIMI    ZUHAL SOY

IŞIK TASARIMI   MURAT SELÇUK

EFEKT TASARIMI   HAMZA DEĞİRMENCİ

OYUNCULAR

ASLI NİMET ALTAYLAR, UĞUR DİLBAZ, HİKMET KÖRMÜKÇÜ, İSKENDER BAĞCILAR, ÇAĞRI , BÜYÜKSAYAR, CAN TARAKÇI, AYŞEM YAĞMUR ULUSOY, FAHRİ KINCIR, TARIK ŞERBETÇİOĞLU, TARIK KÖKSAL, CÜNEYT ARDA PAMUK, UĞURTAN ATAKAN, MURAT ÜZEN, GÜLSÜN ODABAŞ, YASEMİN GÜVENÇ

YARDIMCI YÖNETMEN  ÖZGÜR DERELİ

REJİ ASİSTANLARI YASEMİN GÜVENÇ, CEYSU AYGEN, DERYA KEYKUBAT

DEKOR UYGULAMA  SIRRI TOPRAKTEPE

KOSTÜM UYGULAMA ONUR UĞURLU

IŞIK UYGULAMA GÖKHAN KONUR

EFEKT UYGULAMA HAMZA DEĞİRMENCİ

SAHNE TERZİLERİ  NEZAHAT TUNA, SELMAN BADUR

SAHNE KUAFÖRÜ  ERAY KABİLOĞLU, İBRAHİM AYDEMİR

SAÇ TASARIM VE UYGULAMA UFUK CAN, ORHAN TOPÇU

AKSESUAR SORUMLULARI BİLAL KURUOĞLU, İLYAS ÖZCAN, TUNAHAN ALTUN, KADİR KARATAŞ

SAHNE TEKNİSYENLERİ YUSUF ŞAHİN, SEYİD KIRDI, BURAK YILMAZ, DURSUN SARIAHMET, MERT ALİ METİN , FATİH MEHMET ÖZKARDAŞ

FOTOĞRAFLAR SADİ AYAN

BROŞÜR UYGULAMA KORAY GÜN

İlk Oyun: 23 Şubat 2022, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi

Süre: 125 Dakika / İki Perde

21 Şubat 2023 Salı

Hayat Der Gülümserim(İBBŞT- Özen Yula)

 Hayat Der Gülümserim İBB Şehir Tiyatrosu’nda Mehmet Ergen dönemi oyunlarından. Minimal Sezon’un bir oyunu. 20 Ekim 2021’de oynanmış ilk kez. Bana  seyretmek 2023’de kısmet oldu. 


Özen Yula Gayri Resmi Hürrem(İBBŞT-2005) oyunundan bu yana takip ettiğim bir yazar. Hikaye yazan oyun yazarları kategorisinde yer alan Çehov, Haldun Taner gibi değer verdiğim bir yazar. Hikaye yazan oyun yazarlarına çok önem veriyorum. Yazdıkları hikayelerdeki karakterleri daha sonra bir oyunda görünce o hikayelerin aslında oyunların ön çalışması gibi geliyor bana. ‘Jartiyer Kırbaç ve Baby-Doll’ün Ötesindekiler’i okuduğumda kadınları bu kadar ‘ince’ anlatan Özen Yula’nın gözlem gücüne diline hayran kalmıştım. Hayat Der Gülümserim benim için sürpriz olmadı.  

Hayat Der Gülümserim’i yazmaya başladığımda Yula’nın hayat hikayesine yeniden baktım. Neredeyse her gencin oyun yazdığı oyun yazma kurs ve atölyelerinin popüler olduğu günümüzde Özen Yula’nın hayat hikayesi oyun yazacak gençlere örnek olmalı diye düşünüyorum. Oyun yazmak için belli bir birikim olması gerekiyor.

Yula Eskişehir’de doğmuş. Çocukluğu Şanlıurfa, Mersin ve Gaziantep’te geçmiş. Lise eğitimini ABD’nin Oregon eyaletinde West Albany High School’da tamamlamış. Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmış. Yayınevinde editör,  reklam ajanslarında reklam metin yazarı ve televizyon sektöründe senarist olarak çalışmış.  On yıl “Neue Stücke aus Europe” adını taşıyan Uluslararası Wiesbaden Bienali’nin Türkiye sorumluluğunu üstlenmiş. 2010 yılında Cleveland Foundation’un “Creative Fusion” programına “artist in residence”  seçilen ilk uluslararası sanatçı olarak dokuz ay süresince Cleveland State Üniversitesi tiyatro bölümünde ders vermiş. Yazdığı oyunların temelinde işte bu tecrübelerden edindiği birikimler var. Hikayeleri oyunları hayat birikiminden süzülen gözlemler ile   aldığı akademik eğitimin mükemmel bir kimyasından oluşuyor. Özen Yula eserlerinde yurttaşı olduğu ülkenin meselelerini hiç unutmuyor onları tarihsel süreç içinde ‘görüyor’.  Hayat Der Gülümserim’de de tarihi süreç içinden çekip çıkarılmış beş kadının kişisel öykülerinin altında ülkenin geçirdiği zamanlar var. Yıllarca olağanüstü rollere hayat vermiş kadın oyuncu yıkılıp yerine avm yapılacak tiyatro salonuna gelir ve anlatılmaya değer bulunmamış farklı sınıflardan kadınların hikayelerini aktarır. AVM yapılacak bina aslında ülkede enkazdan kurtarmaya çalıştığımız şeylerin metaforu. Belki de ülkenin kendisi. Bir türlü ‘gidemeyen’ bir güvercinin kanat çırpınışlarına yansımış çaresizlik de hepimizin ‘güvercin tedirginliği’.


Özen Yula 1718 ile 2000 yılları arasından beş kadını ramp ışığına çıkarıyor. Roza haricindekiler hepsi bu coğrafyadan. Roza ise oyunun ‘esprisi’. Yazarın dalga geçme özgürlüğünün rol olmuş hâli. Tadını kaçırmayayım seyredin anlayacaksınız. 1730, 1950,1997, 2001'den sonrası  ve zamanımız oyunun durakları. 1997 yılı benim gibi bir inşaat mühendisi için ilginç bir tarih. Zira zamanımızda hayatımıza düğümlenmiş hayatımızı düğümleyen müteahhitlerin palazlanmaya başladıkları yıl. Bugünün tohumları o günlerde atılmış. Taşeronlaşmanın başladığı sendikalaşmanın zayıflığı ya da yokluğu nedeniyle işçilerin kapının önüne konduğu yıllardan biri. Özen Yula gökdelenler kralının mimar kızının babası ile iç hesaplaşmasının fonuna tarihsel bir gerçeği koymuş. Bir oyun yazarının gözlem ve birikimini gösteren çok önemli bulduğum bir husus. Bunun gibi Osmanlının taht kavgaları, kardeş katilleri, güreşen padişah, erkek vakanüvisler, Patrona Halil, Şair Nedim, dünya iklim krizi, işkenceler işkenceciler, askeri darbeler, halkın sessizliği, yanlış şehirleşme, taksiciliğin rezaleti, seçim afları, tv’daki kadın programları kendi kişisel hikayelerini anlatan kadınların repliklerinde bizim hikayelerimiz hâline geliyor. Özen Yula bunları kanırtmadan abartmadan estetik bir dille veriyor; ‘Her dönemde   kapanmayan bir devir söylesenize bana’ diyor ama yaraların kabuklarını usulca kaldırıyor sanatın yapması gerekeni gösteriyor. Ama bunca yıldır bizim coğrafyamızda kader gibi olmuş kadınlara reva görülen hayat iç burucu.

Hemen oyunun başında bir abajurla Arzu Tramvayı’na, bir şal ile Martı’ya, bir mendil ile Nora’ya bir başörtüsü ile Bernarda Alba’ya götüren ve zihninizde çeşitli perdeler açan yazar ustalığın zirvesine şu replik ile çıkıyor ‘Bir sigarayı bıraktığım yılları saydım bir de senden gidişimi. İlki başarımı unutmamak içindi ikincisi nefretimi.’   Oyunun sonunda oyuncuya söylettiği bir tirat var ki o Fasulyeciyan’ın(Haldun Taner) tiradı kadar etkili. Gençler! Özen Yula’yı ders kitabı gibi okuyun. Pek çok ödülün sahibi Özen Yula. Kendisine verilen ödülleri hak etmiş olduğuna inandığım pek az kişiden biri. 

Oyunu Özen Yula yönetmiş. Tek kişilik oyunlar risk taşır. Seyirci sahneden kolaylıkla kopabilir. Özen Yula dans adımları ile kaynaştırmış replikleri. Replikleri ve bedeni şekillendiren dans adımları karakter değişimlerini mükemmelen yansıtıyor. Yıkılmayı bekleyen terk edilmiş bir sahnenin rengarenk oluşunu(Sahne tasarımı Almila Altunsoy) sevdim. Beni bir luna parka götürdü. Her şeye rağmen umut dolu olması bana tiyatronun direnişi gibi geldi. Özen Yula’nın oyun broşüründe ‘büyülü gerçekçilik’ten bahsettiğini okuyunca seçimin bilinçli olduğunu anladım. Zira oyun bütünüyle ‘büyülü ve gerçek’. Kadın oyuncunun kostümleri(Kostüm tasarımı Almila Altunsoy) seyirciye karakteri anlatma görevini çok iyi yerine getiriyor. Erkek oyuncunun kostümüne bittim. Gerçekleri göstererek kişi ve dönem ironisi ancak bu kadar yapılabilir. Müzik(Deniz Noyan) oyunun akışına uygun ve atmosferini başarıyla oluşturuyor. Işık tasarımı(Fatih Mehmet Haroğlu) reji bütünlüğünü tamamlıyor.

Özen Yula kadın oyuncuya  ‘Hikaye etmek bir sanat inandırmak ayrı bir sanat. İyi bir oyuncu olmazsa anlatılana inanmazlar’ dedirtmiş. Sema Keçik inandıran peşine takıp sürükleyen iyi bir oyuncu. Sevinci şefkati pişmanlığı hüznü ironiyi mizahı isyanı sesine ve tonlamasına bu kadar iyi ve yerinde yerleştiren az oyuncu var. Duygudan duyguya geçişlerdeki doğallık ve akıcılık genç oyunculara ders olmalı. Duruşundaki hüznü bir gülümsemesiyle şenliğe çeviriyor. Bedenini karakter kurmada başarıyla kullanıyor.  Replikleri dans hareketleriyle canlandırırken şarkılarını söylerken sade ama bilinçli bir oyunculuk sergiliyor.  Böylelikle Özen Yula’nın kadın oyuncuya  söylettiği ‘Benim kuşağımın oyuncuları saygılıdır yazara karşı’ sözünü gerçekleştiriyor.

Kısa rolüne rağmen Serkan Bacak bir müteahhiti başarıyla ‘canlandırıyor’. Repliklerde  ironiyi abartmadan oynaması hem başarısını hem de karakteri doğru iletmesini sağlıyor.

 Hayat Der Gülümserim tiyatroseverlere içtenlikle önereceğim tiyatroya uzak duran insanları da tiyatroya çekecek bir oyun.

Melih Anık

 

HAYAT DER GÜLÜMSERİM

YAZAN - YÖNETEN :        ÖZEN YULA

MÜZİK  :                               DENİZ NOYAN

DRAMATURG  :                 DİLEK TEKİNTAŞ

SAHNE- KOSTÜM TASARIMI   :        ALMİLA ALTUNSOY

IŞIK TASARIMI         :                 FATİH MEHMET HAROĞLU

EFEKT TASARIMI    :        RAİF AKYÜZ

DEKOR UYGULAMA         :        MURAT GÖKDEN

KOSTÜM UYGULAMA      :        HACER DURAN

REJİ ASİSTANLARI :        İREM ERKAYA - ÇAĞRI BÜYÜKSAYAR

SÜRE     :  75 Dk. / Tek Perde

                 

OYUNCULAR   :        SEMA KEÇİK, SERKAN BACAK